Bir an için gözlerinizi kapatın ve kuş cıvıltılarının, şelalelerin şırıltısının kulağınıza çalındığı, yabani çiçeklerin mis gibi kokularının içinizi açtığı ve güneşin üzerinizi kaplayan sımsıkı ağaç dallarından fırsat bulup teninize değdiği bir orman yürüyüşü yaptığınızı hayal edin. Bu yolculuğunuzda yanınızda olmasını dilediğiniz kişiler de olsun anneniz, babanız belki eşiniz. Bu tatlı sakin yürüyüşünüz sırasında ağaçların arasında ışıldayan bir şey olduğunu fark ettiniz ve oraya doğru yöneldiniz. Tam ışıltının olduğu yere ulaşacakken, ayağınız kaydı ve derin bir çukura düştünüz. Şimdi burada 2 ihtimal düşünelim. Ya birinin gelip sizi oradan çıkarmasını beklersiniz, ya zaten yanınızdaki kişinin yokluğunuzu fark edeceğini biliyorsunuzdur ama yine de o gelene kadar kurtulmak için çabalarsınız. İlk ihtimalde biri sizi gelip kurtardığında hiçbir deneyim elde edemezsiniz ve yaptığınız hiçbir yolculuğa devamında tek başınıza çıkamazsınız. Her takıldığınız engelde bir kurtarıcı beklersiniz ve yanınızdaki kişiden ayrılmaya cesaret edemez ve ağaçların arasındaki gizemli ışıltıyı keşfedemezsiniz. İkinci ihtimalde ise sizi bulmaya geleceklerini bilirsiniz ama yine de kurtulmaya çabalarsınız. Belki elleriniz kanar, birkaç kere daha düşersiniz, canınız yanar ama bir çukura düştüğünüzde nasıl çıkmanız gerektiğini öğrenir ve yalnız yolculuklara da çıkmaya cesaret edersiniz. Çıkamadınız mı? Olsun denediniz ve güçlendiniz, sınırlarınızı öğrendiniz ve yanınızdaki kişi sizin kurtulmanıza destek oldu. Ama artık cesaretlisiniz hangi büyüklükteki çukurdan çıkabileceğinizi biliyorsunuz. Bu yolculukta çok fazla takılıp düşeceksiniz ve denedikçe güçleneceksiniz. Zamanla tek başınıza da yola çıkacak gizemli ışıltıları keşfedeceksiniz.
Okumaya devam et “Engel mi? Fırsat mı?”Yazar: ProfMarti
Önce oyun vardı!
Hollandalı tarihçi Johan Huizinga, yeryüzünde insana ait her şeyin başlangıcının oyun olduğunu gösterir Homo Ludens adlı kitabında. Oyun, farklı biçimleriyle, geçmişten günümüze, çocukluktan yaşlılığa insanların en ilgi çekici eğlenme ve öğrenme aracı olmuştur. Peki bu oyunlardan hangisi insanları en fazla içine çekmiştir? Elbette bu soruya net bir cevap verebilmek kolay değil fakat küçük yaşlarıma ait anılarıma dönüp baktığımda hem göze hem kulağa hitap eden, düşündürürken eğlendiren kukla oyunu, diğer oyunlardan ayrılan birçok farklı yönüyle aldığı galibiyetlerden ötürü bende hep ilk sırada yer alır.
Okumaya devam et “Önce oyun vardı!”İkinci Yabancı Dil ve Yeni Maceralar
İngilizcenin ana dil olarak tanımlandığı ve yetersiz olduğu düşüncesiyle son yıllarda önemli bir yer edinmiş ikinci yabancı dil, birçok eğitim-öğretim kurumlarında hem velilerin hem de çocukların gözünde soru işaretleri barındırıyor. Fransızca ve Almancanın yıllardır okullarımızda ikinci yabancı dil olarak öğretildiği düşünülürse, bu dilleri geliştirmek için bir şekilde kaynaklar bulunabiliyor veya bilir kişiler sayesinde akıllardaki soru işaretleri sona erdirilebiliyor. Başlığımda ‘’ikinci yabancı dil’’ ifadesini kullanarak genel bir sorunu açıklamaya çalışmak ya da hatırlatmak istesem de, aslında kaynak sıkıntısı çektiğimiz ‘’İspanyolca’’ hakkında bilgilendirmek istiyorum. İspanyolca bildiğimiz gibi dünyada en çok konuşulan dillerden biri olmasıyla son yıllarda ülkemizde çok popüler bir dil haline gelmiştir. Fakat sorun şu ki; günümüzde hangi özel okula adımımızı atsak bu dille karşılaşır ancak bu dil konusunda çocuklarımıza nasıl yardımcı olacağımızı bilemeyiz. Bunun çeşitli sebepleri var elbette. İspanyolca kaynak materyallerini satan yayınevlerinin beş parmağı geçmemesi, internet üzerinde yer alan kaynakların her zaman güvenilir olmaması ve elbette ki anne, babaların dile dair hiçbir fikri olmaması. Son bahsettiğim fikir sahibi olmama konusunu çok doğal karşılıyoruz elbette. Ancak sonrasında anne, babalarda kaygı görüyoruz ve gözlemliyoruz. ‘’Nasıl yardımcı olacağız?’’, ‘’Yardımcı birini mi bulsak?’’, ‘’Ne yapalım hocam, biz de mi öğrenelim?’’ vb.
Okumaya devam et “İkinci Yabancı Dil ve Yeni Maceralar”Daha İyi Bir Kitap Okuma Deneyimi için 7 Öneri
“Çocuklarınıza doğumdan itibaren kitap okuyunuz” önerilerini görmüş, hakkında yazılar okumuş ve her zaman destekçisi olmuş bir eğitimciyim. Fakat anne olduktan sonra bunu artık sadece desteklemiyor, bir uygulayıcı konumunda bu tespitlerin doğruluğunu şaşkınlıkla ve hayranlıkla görüyorum; yaşıyorum.
Oğlum Serdar henüz küçücük bir bebekken ona resimli kartlar ve kitaplarla kelimeleri tanıtıyordum. Herhangi bir tepki yoktu, ta ki Serdar biraz büyüyene kadar. Yaşını doldurmaya yakın basit hikaye kitaplarını okumaya başlamıştık. Konuşarak ona anlatamadığım şeyleri, kitaptaki karakterler benim yerime ona anlatıyor ve Serdar onları taklit etmeye çalışıyordu. Örneğin, “Max, uçağını uçurmayı çok severmiş” cümlesini okuduğum anda; Serdar elini uçak yapıp “Vuuuuh” diye taklitler yapıyordu.
Çocuklara kitap okumanın etkilerini kendi hayatında görmüş bir eğitimci olarak özellikle de okul öncesi dönemdeki ders planlamalarımızda hikayelere ağırlık vermekle ne kadar doğru bir karar verdiğimize bir kez daha ikna oldum.
Okumaya devam et “Daha İyi Bir Kitap Okuma Deneyimi için 7 Öneri”Anadolu Manzaraları
Tabiatı korumanın amacı, tabiatın bozulmasını, değişmesini önlemek, onu aziz, korunması gereken bir eşya gibi tutabilmektir. Tabiat ya kendini değiştirir ya da bizim medeniyetimizin tesiri ile değişir. Birincisi olağandır. Onu önlemeye insanoğlunun gücü yetmeyeceği gibi bu çeşit değişme dolayısıyla beliren yeni oluş da zaten has tabiattır. Bizi ilgilendirmesi gereken değişimler, bizim sebep olduğumuz değişmelerdir.
Okumaya devam et “Anadolu Manzaraları”3 2 1 Sobe! Buldum sizi hadi çıkın!
Hepimizin arkadaş buluşmalarında tekdüze sohbetlerden sıkılıp ayıp olmasın diye elimizi telefona götürmediğimiz ama fark etmeden de uzaklara daldığımız, girilen toplantıda konudan uzaklaşıp pencerenin dışındaki ağaca konmuş kuşları izlediğimiz zamanlar olmuştur. Genelde de böyle zamanların sonunda o anlarla ilgili aklımızda hiçbir şey kalmaz. Anılarımızı zihnimize kazıyan şey duygularımızdır. Geçmişe dönüp baktığımızda bir doğum günü sürprizini güzel bir anı haline getiren o anki şaşkınlık ve mutluluğumuzdur. Aldığımız bir ölüm haberini, yaşadığımız derin üzüntüyle; annemizin saçımızı okşayışı, hissettiğimiz huzurla; sevgilimizle ilk buluşmamız ise kalbimizin heyecandan deli gibi çarpmasıyla canlanır hafızamızda.
Peki en güzel zamanlarımız, en mutlu anılara sahip olduğumuz zamanlar ne zamandı? Buna çoğu kişinin vereceği cevap çocukluğum olurdu herhalde. O yüzdendir ki 70’ler bahane 80’ler şahanedir. 90’lar çocukluğun yaşandığı son nesildir çünkü şu an hali hazırda orta yaşlı olan kesim bu kuşaktandır ve onlara göre en güzel zaman 90’lardır. Çocukluğumuz, hem en çok oyun oynadığımız (hatta attığımız her adımın oyun olduğu) hem de en çok şeyi öğrendiğimiz zamandır. Öyle ki şu zamanda yeni bir dil öğrenmek için kurslara tonla paralar harcamak zorunda kalırken çocukken sıfırdan bir dil öğreniyoruz. Her gün yeni bir nesneyle karşılaşıyor, onu merak ediyor, belki üniversitesini bitirmiş, mastırını yapmış birini bile cevapsız bırakacak sorular soruyoruz. Peki bunca öğrenme işini kotarıp bir de nasıl sürekli oyun oynamışız? İşte bunu düşündüğümüzde anlıyoruz ki aslında öğrenme süreci dediğimiz şey, oyunlarımızın ta kendisi.
Okumaya devam et “3 2 1 Sobe! Buldum sizi hadi çıkın!”“Kafa Molası” Nedir? Çocuklar Neden Buna İhtiyaç Duyar?
Son çalışmalar, yeni bir bilgi transferi yapılmadan önce verilen bir boşluk olduğunda insanların daha iyi öğrendiğini söylüyor. Bu hipokampüsün (beynin hafızadan sorumlu kısmı) 20-30 dakika sonrasında bunalması yüzünden.
Şunu her zaman yaparım: Bitirmem gereken bir iş vardır – örneğin şu anda yazdığım yazı gibi – oturur uzunca bir süre onunla ilgilenirim ve bir an gelir artık beynim o işi yapmaya odaklanamaz ve kendimi internette gezinirken ya da bambaşka bir şey yaparken bulurum.
Herkesin odaklanmakla ilgili benzer deneyimleri olmuştur; fakat nedense çocuklardan tüm ders boyunca, hatta tüm okul günü tam dikkat kesilmelerini ve derslere yüzde yüz katılım göstermelerini bekleriz. Etkinlikten etkinliğe, dersten derse koşan çocuklarımızın dikkatleri dağıldığında ise kendimizi yetersiz hissederiz. Neden dikkatlerini çekemiyorum? Neden beni dinlemiyorlar? Diye kendimizi sorgularız.
İşte bu noktada Türkçeye “Kafa Molası” olarak çevirdiğim “Brain Break” kavramını sizlerle tanıştırmak ve neden kullanmamız gerektiğini açıklamaya çalışacağım.
“Kafa Molası” nedir?
Kafa molaları 1 – 5 dakikalık, çoğunlukla bedensel hareket içeren, tabiri caizse silkelenmemizi sağlayan aktivitelerdir. Bu minik aktivite ile tekrardan konsantrasyon sağlamamıza yarayacak enerjiyi yüklemiş oluyoruz.
Okumaya devam et ““Kafa Molası” Nedir? Çocuklar Neden Buna İhtiyaç Duyar?”Onarıcı Tarım, Planlama Felsefesi ve Yaşamın Özü
Bir tane öğretmenimiz var, “Doğa Ana”…
Yıl 2019. Organik tarım, ekolojik tarım, sürdürülebilir tarım çoğumuzun duyduğu kavramlar ve uygulamalar. Ancak biz artık sürdürülebilirlikten bahsedemiyoruz. Çünkü sürdürülebilecek bir şey kalmadığı, dünyadaki toprakların (Anadolu’da dahil) organik maddece fakirleştiği ve artık ölü toprak olarak adlandırdığımız düzeye düşmüş olduğu göz ardı edemediğimiz bir gerçek. Bu noktada artık yerken, giyinirken, aslında yaşarken onarmaktan bahsetmeyi arzuluyoruz. İşte burada bütüncül bir yaşam planlamasını hayatımıza yerleştirmemiz gerekiyor. Bütüncül olarak onaran bir felsefeyi benimsedikten sonra üretim felsefesi olarak da onarmayı hedeflememiz gerekiyor. Bunu da fikir babası Masanobu Fukuoka’nın “Doğal Tarım”ı olan Bütüncül Planlama altında Onarıcı Tarım ve de Permakültür uygulamalarıyla gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Peki nasıl olur bu onarmak?
“Bir şeyi basit olarak anlatamıyorsanız, konuyu tam olarak anlamamışsınız demektir” demiş Einstein. Sade yaklaşalım konuya öyleyse. Fikrin temeli basit aslında; karşımızda duran sistemi bir canlı olarak görüp ona saygıyla yaklaşmak ve içinde bir yere kendimizi yerleştirebilmek. Kendi halinde yiyecek üretemeyen toprağı onarma kısmına gelirsek orada da fikrin temeli basit gibi görünüyor; toprağın organik maddesi eksikse arttır. Arttır ama bunu doğal yolla yap, taşıma suyla değirmen dönmez, tutup elle gübre ekleme. Peki doğal yolla nasıl yapacağız?
Okumaya devam et “Onarıcı Tarım, Planlama Felsefesi ve Yaşamın Özü”İspanyolca! Don Kişot’un Yazarı Olan Cervantes’in Dili…
İngilizce’nin artık dünya çapında anadil olduğunu hepimiz biliyoruz ve ikinci bir yabancı dilin artık bir tercihten çok zorunluluk olduğunun da farkındayız. Dünya vatandaşı olabilmek, bakış açımızı genişletmek, farklı kültürlere hakim olabilmek… Bu özelliklerin hepsini ikinci bir yabancı dil öğrenerek kazanıyoruz. Öyleyse dünyada en çok konuşulan ikinci bir dilden bahsedelim: İspanyolca!
Ülkemizde son 5 yılda hızla önem kazanan ve kazanmaya devam eden İspanyolca, günümüzde İngilizceden sonra en çok tercih edilen ikinci yabancı dildir. Dünya çapında ise sadece Çince, İspanyolcadan az bir farkla daha çok tercih edilir. Aslında ben neden İspanyolca öğrenmemiz gerektiğine değil, ikinci yabancı dilin çocuklarımızın üzerindeki etkilerinden bahsetmek, biraz da İspanyolca ile ilgili bilinmeyen noktalara değinmek ve öğrenim sürecinde evde hangi uygulamaları kullanarak, neler yapabileceğimizden bahsetmek istiyorum.
Okumaya devam et “İspanyolca! Don Kişot’un Yazarı Olan Cervantes’in Dili…”Piyano eğitimi sadece piyano çalmak değildir…
Piyano (veya nadir olarak kullanılan İtalyanca ismiyle Pianoforte), tuşlu bir çalgıdır.
Piyanoda ses, teller vasıtasıyla elde edilir. Piyanonun tuşlarına basıldığında içindeki tahta çekiç tellere vurarak sesi oluşturur. Tahta çekicin tellere vurmasından dolayı piyano vurmalı müzik aleti diye de anılır. Piyano klasik ve caz müzikte yaygın olarak kullanılır. Solo performanslar, oda müziği, eşlik, bestecilik ve prova için oldukça uygun bir enstrümandır. Piyano taşınabilir bir enstrüman olmamasına ve genelde pahalı olmasına rağmen çok yönlülüğü ve aynı anda birçok yerde bulunma özelliği ile dünyanın en yaygın olarak kullanılan enstrümanlarından biridir. Okumaya devam et “Piyano eğitimi sadece piyano çalmak değildir…”