Bir an için gözlerinizi kapatın ve kuş cıvıltılarının, şelalelerin şırıltısının kulağınıza çalındığı, yabani çiçeklerin mis gibi kokularının içinizi açtığı ve güneşin üzerinizi kaplayan sımsıkı ağaç dallarından fırsat bulup teninize değdiği bir orman yürüyüşü yaptığınızı hayal edin. Bu yolculuğunuzda yanınızda olmasını dilediğiniz kişiler de olsun anneniz, babanız belki eşiniz. Bu tatlı sakin yürüyüşünüz sırasında ağaçların arasında ışıldayan bir şey olduğunu fark ettiniz ve oraya doğru yöneldiniz. Tam ışıltının olduğu yere ulaşacakken, ayağınız kaydı ve derin bir çukura düştünüz. Şimdi burada 2 ihtimal düşünelim. Ya birinin gelip sizi oradan çıkarmasını beklersiniz, ya zaten yanınızdaki kişinin yokluğunuzu fark edeceğini biliyorsunuzdur ama yine de o gelene kadar kurtulmak için çabalarsınız. İlk ihtimalde biri sizi gelip kurtardığında hiçbir deneyim elde edemezsiniz ve yaptığınız hiçbir yolculuğa devamında tek başınıza çıkamazsınız. Her takıldığınız engelde bir kurtarıcı beklersiniz ve yanınızdaki kişiden ayrılmaya cesaret edemez ve ağaçların arasındaki gizemli ışıltıyı keşfedemezsiniz. İkinci ihtimalde ise sizi bulmaya geleceklerini bilirsiniz ama yine de kurtulmaya çabalarsınız. Belki elleriniz kanar, birkaç kere daha düşersiniz, canınız yanar ama bir çukura düştüğünüzde nasıl çıkmanız gerektiğini öğrenir ve yalnız yolculuklara da çıkmaya cesaret edersiniz. Çıkamadınız mı? Olsun denediniz ve güçlendiniz, sınırlarınızı öğrendiniz ve yanınızdaki kişi sizin kurtulmanıza destek oldu. Ama artık cesaretlisiniz hangi büyüklükteki çukurdan çıkabileceğinizi biliyorsunuz. Bu yolculukta çok fazla takılıp düşeceksiniz ve denedikçe güçleneceksiniz. Zamanla tek başınıza da yola çıkacak gizemli ışıltıları keşfedeceksiniz.
Okumaya devam et “Engel mi? Fırsat mı?”